COVİD-19 Salgınının Ruh Sağlığımıza Etkisi
Korona virüsün bulaşma hızı hepimizi şaşırtıyor, peki ya virüsün yarattığı kaygının bulaşma hızı? Hepimiz kaygımızı çevremizdeki kişilere bulaştırıyoruz ve bu şekilde toplumdaki panik havası daha da artıyor. Kendinizi bir kontrol edin; kaygınızın ne kadarı kendinizin ne kadarı ailenizden ve çevrenizden bulaştı?
Hepimiz diyoruz ya 40 yıl düşünsek bu dönemde böyle bir şey yaşayacağımızı düşünmezdik diye, kaygımızın esas kaynağı bu işte. Hiçbirimiz bu şekilde hem kendi hem sevdiklerimizin hayatını tehdit eden bir duruma hazırlıklı değildik. Dolayısı ile hem kendimizin hem de sevdiklerimizin aslında düşündüğümüz kadar güvende olmadığını gördük. Bu bilgi ise bizi çok sarstı çünkü ruhsal anlamda sağlıklı bireyler (kronik psikopatoloji sahibi olmayanlar); gelecekte başlarına olumsuz bir durum gelme ihtimalini aslında olması gerekenden daha az ihtimalli gibi tahmin ederler. Yani, gerçeği olduğundan daha olumlu, daha az riskli görürler. Çünkü zihnimiz bize bu şekilde bir “bize ve sevdiklerimize kötü bir şey olmaz” yanılsaması yaratmasaydı, durmadan tehlike/tehdit odaklı bir algı yaratırdı ki bu durumda hiçbir şeye odaklanamazdık. Zihnimiz tekrarlı şekilde tehlike algılarını yok sayıyor ki biz hayata daha uyumlu olabilelim ve hayatımıza huzurlu şekilde odaklanabilelim. Zihnimizin yaratmaya çalıştığı tehlikesizlik algısını bir virüs geliyor ve “hiç kimse güvende değil” diyerek darmadağın ediyor.
Aslında kaygı yaratan düşüncelerin yapmaya çalıştığı şey belirsizliği ortadan kaldırmak. Bu belirsizlikler; virüs nereden bulaşacak, bulaştığında ne olacak, virüs mutasyona uğruyor mu ya da ekonomi ne olacak tarzı sorular. Aslında bilim aklımızda belirsizlik yaratan soruların çoğuna cevap buldu ama zihnimizin asıl amacı; kendimizin ve sevdiklerimizin hep sağlıklı olacağını netleştirmeye çalışmak. Evet, bu makul bir ihtiyaç ama böyle bir şey ile ilgili belirsizliği ne yazık ki ortadan kaldırmak mümkün değil. Bu durumda yapılacak en mantıklı şey, riski kabul etmek ve belirsizliğe karşı tahammülümüzü arttırmak.
Yüksek tehdit algısına sahip olmak da kaygıyı arttırıcı sebeplerden sayılmakta çünkü yüksek tehdit algısına sahipseniz dikkatinizi sürekli vücudunuzda bir semptom aramaya odaklarsınız. Basit bir halsizliği ya da iki kere öksürmeyi hemen virüs kaptığınıza dair bir kanıt olarak yorumlarsınız. Bedenlerinize çok odaklanır ve bir dedektif gibi belirti ararsınız. Ararsanız bulursunuz ama bulduğunuzu yanlış yorumlarsınız. Yani bedeninize çok odaklanınca vücudunuzun ısısı bir nebze zaten artar ama bunu ateş şeklinde yorumlarsınız. İşte kendinizi hasta olduğunuza inandırdınız bile ve kaygınız katbekat arttı.
Bakın şunu üzerine basa basa söylemeliyiz. Bu dönemde kaygılanmak, endişelenmek kadar normal bir şey yok. Endişelenmemek ve fazla rahat davranmak asıl problem ve muhtemelen bir çeşit savunma ya da inkâr mekanizmasının sonucudur. Sorunumuz kaygıyı abartılı ve çok yüksek sınırlarda yaşamak. Mümkün olan ile muhtemel olanın ayırtına varın. Virüs bulaşması mümkün mü? Evet mümkün. Gerekli tedbirleri alıyorsanız muhtemel mi? Hayır değil. Bu gerçekliği lütfen göz ardı etmeyin.
Peki, ne yapabiliriz? Kaygınızın en çok yoğunlaştığı anlarda kendinize şunları sorunuz.
- En korktuğum şeyin olma olasılığı ne?
- Olacağını gösteren somut kanıtlar ne?
- Yoğun bir kaygıya sahip olmamı kanıt olarak mı görüyorum?
- Benimle aynı koşullara sahip kişilere göre kendimi daha fazla mı risk altında görüyorum?
Kendinize ara ara şunu da hatırlatın. Virüs bulaşırsa bile yapabileceğiniz şeyler var; gidebileceğiniz hastaneler, Alo 184 hattı. Çaresiz ya da yalnız değilsiniz
- Bu süreçte salgınla ilgili haberleri sıklıkla takip etmeyin ve sosyal medyada gördüğünüz her bilgiye inanmayın.
- Sosyal izolasyonu yalnızlaşmak olarak algılamayın, skype ya da whatsapp yolu ile görüntülü konuşmaları ihmal etmeyin.
- Evde egzersizleri ihmal etmeyin, beslenmenize dikkat edin.
- Çay ve kahve yerine meyve çaylarını tercih edin.
- Rahatlatıcı, gevşetici müzikler dinleyin.
- Nefes ve gevşeme egzersizleri yapın.
- Evde yeni bir hobi edinin.